Bakış Açını Değiştir, Sporu Güzelleştir!
Kaybederken kazanmak üzerine…
“Tanıdığım en güzel insanlar; yenilgiyi, acıyı,mücadeleyi, kaybı yaşamış olan ve diplerden çıkış yolunu kendileri bulmuş insanlardır. Güzel insanlar öylece ortaya çıkmazlar; onlar oluşurlar” der, E.Kupler Ross.
Hayattayken değeri bilinen, öldüğünde daha çok hatırlanan, hatta sözleri duvarlara yada akıllara kazınan sporun içindeki insanlarda böyledir.
Dünyanın onları tanıdığı zamanlar; artık “oldukları” zamanlardır.
Ama bizler birçoğunu Kürsüye çıktıklarında, varışa ilk geldiklerinde, madalyayı boyunlarına astıklarında yeni yeni tanırız.
Antrenörse eğer; şampiyon bir sporcu yetiştirdiklerinde, maçtan sonra kendisine sımsıkı sarılan sporcusuna, anne(yada baba) şefkatiyle sarıldığında, ağlarken görürüz onları. Geçmişini bilmeyiz.
Spor yöneticisiyse eğer; bir sistem kurduğunda tanımayız. Sistemin kazanımları topluma ve insanlığa hizmet etmeye başladığında farkederiz. Bu da yıllar alır. Belki de hayatta bile değildir artık.
Yetiştirdiği insanlar ismini andıklarında farkederiz çoğu zaman…
Kısaca hepsini parlak ışıklar altındayken görürüz. Gülerken…
Oysa gözyaşı,fedakarlık ve acı içinde geçmiş, görünmeyen bir altlık vardır bu gülümseme de. Herkes bilir ki, buzdağının görünen kısmının çok daha büyüğü denizin hep altında kalır.
Tam da burda bakış açımızı değiştirmeliyiz. Simone Weil’in dediği gibi “ağacın kökleri gerçekte göktedir”. Bütün ağaçlar hayat enerjilerini güneşten alırlar. Gökyüzüyle bağını kopartmış bir ağacın yaşaması mümkün değildir.
“Metafizik açıdan yukarının ahengi, aşağının düzenini belirler. Göklerin nizamı yerin istikametini tayin eder. Beşeri düzlemde de aynı kural geçerlidir: insanın ayaklarına yön veren başıdır. Baş ise yeri ve göğü aynı anda tecrübe ederek, nereye doğru yürümemiz gerektiğine karar verir. Bu mana da gök de bir yoldur” der, İ.Kalın.
Kısaca ideal spor insanı yetiştirmek için, en önemlisi; çoğunluğun baktığı yönden değil, kürsüye çıkanların baktığı pencereden bakabilmeli ve bizi sonuca götürecek olan geçmişimizi asla unutmamalıyız. Onları zihnimizin vitrinindeki baş köşeye oturtmalı ve böylece ayaklarımızı yerden hiç ayırmamalıyız.